Her genç futbolcunun hayalidir o an büyük bir kulübün antreman sahasında, dünyanın en iyi futbolcularıyla aynı çimde ayak basmak. Bu sayılanları Han Willhoft-King başarmıştı.
Üstelik sadece bir kez değil; Guardiola’nın taktik oyunlarında De Bruyne’nin, Gündoğan’ın, Foden’ın karşısında defalarca koşmuştu. Fakat bu koşular, herkes için bir zirve anlamına gelirken onun zihninde bambaşka sorular uyandırıyordu. Bir antrenmanda topa dokunamadan pres yapmaktan yorgun düşerken kendi kendine, “Ben gerçekten burada mı olmak istiyorum?” diye düşündüğünü anlatıyor.
“BEYNİM SANKİ BOŞA ÇALIŞIYORDU”
Sadece 19 yaşındaydı ama çoktan iki ayrı dünyanın arasında sıkışmış gibiydi. Bir yanda Manchester City’ye kadar uzanan parlak bir futbol yolu, diğer yanda Oxford Üniversitesi’nin ağır kapıları. O kapılardan adımını attığı gün, yeni okul arkadaşlarından aynı soruyu defalarca duymuş: “Neden bıraktın?”
Willhoft-King bu soruyu hatırlarken hafifçe gülümsüyor; “Sanırım 90 kez falan sordular,” diyor. Ama cevabı aslında şaşırtıcı derecede sade: “Daha fazlasını yapabiliyormuşum gibi hissediyordum.”
İşin arka planında sakatlıklar, bitmek bilmeyen yalnız saatler ve zihinsel açlık var. Uzun süren rehabilitasyon dönemlerini anlatırken “O zamanlar hayat biraz karanlıktı” ifadesini kullanıyor. Tekrar döndüğünde takım oturmuş, onun yeri kaymıştı. Yıllarca hayalini kurduğu profesyonel kariyer, bir anda “acaba”larla dolmaya başlamıştı. Günün büyük kısmını antrenman ve boş bekleyiş arasında geçirirken, “Beynim sanki boşa çalışıyordu,” diyor. “Sürekli daha fazlasını yapmak istiyordum ama yapamıyordum.”
MESELE BAŞARI DEĞİL TATMİN
Ve bir gün, futbolun ona açtığı kapılarla Oxford’un sunduğu gelecek arasında bir seçim yaptı. “Man City U21’e gelmiş birinin futbolu bırakması tuhaf karşılanır,” diye ekliyor. Ama onun için mesele başarı değil, tatmindir: “Futbolu hâlâ seviyorum ama kendime daha geniş bir hayat kurmak istedim. Sadece 10-15 yıllık bir kariyer değil… daha uzun soluklu bir şey.”
Şimdi, Brasenose College’ın tarihi koridorlarında hukuk çalışıyor. Ev ödevi, seminer, arkadaş buluşmaları ve üniversite futbol takımı derken günün nasıl geçtiğini anlamadığını söylüyor. Belki de aradığı “daha fazlası” tam olarak buydu.